Gayret ve Mükâfat
Müridin vazifesi kendisine emredilene sımsıkı sarılmaktır. Gayesi manevi makamlara yükselmek değil, emri yerine getirmek olmadır. Kendisi için hayırlı olanın, emredilene sarılmak olduğunu bilmelidir. Şayet emirleri tam olarak yerine getirirse, farkına bile varmadan son derece önemli mesafeler alıp önemli dereceler kazanmış olur.
Eğer böyle bilip düşünmezse, kendisinde bazı gelişmeler olduğunu hissetse bile, bunlarda kendisi için bir fayda olmaz. Hatta o manevi ilerlemeden dolayı tehlike altındadır.
Tasavvuf yolunu tutmuş kişinin maksadı, emredilenleri yerine getirmek olmalıdır. Çünkü bu dünya evi, Allah’a taat ve ibadet evidir. Yapılan iyi amellere karşı verilecek mükâfat evi ise ahiret yurdudur.
* * *
Er kişi isen, er kişilerin ibadete çalıştıkları gibi çalış! Dünyada yaptığın iyi şeylerin karşılığı ahirette fazlasıyla verilecek.
Hak yolun yolcusunda maneviyatta görünen hal, huzur ve keşifler, avans olarak istenen şeyler kabilindendirler. Hatta bu durum çocukları avutmak için verilen çerez gibidir. Çocuklara benzeyen kişiler onlarla teselli olurlar.
* * *
Demek ki mürit görevlerine gevşeklik etmeden çalışacaktır. Taat ve ibadetten başka bir şey düşünürse, gevşeklik ve tembellik kendisinden hiç ayrılmaz. Zira müridin maneviyatta ilerlemesinin alameti, kendi nefsinin noksan ve olgunluktan yoksun olduğunu bilmesidir.
Zikir Tesirsiz Diye
Ey kardeş! Sevgilinin (Allah’ın) kulu için seçtiği her şey, kul için sevgilidir.
“Üzerimde virdlerin bir tesirini göremiyorum, bunların bende herhangi bir şekilde etkisini hissedemiyorum.” diye yazmışsınız.
Ey kardeş! Hak yolcusunun hiçbir şey düşünmeden kendi üstadının emrine sıkıca yapışması lazımdır. Başka bir şey düşünmesi yol’un dışında işlerdir. Yapması gereken üstadını taklit ederek amel etmektir. Üstadın emrettiği şeyler faydadan yoksun değildir. Vazifemiz emirlerine uymak, sıkı sıkıya yapışmaktır. Bizde bir halin ortaya çıkıp çıkmaması onlara kalmış. Emre sıkıca sarılıp bunun bir eserinin ortaya çıkmamış olmasından dolayı, emredilene sarılmanın bir kıymeti olmadığı zannedilmesin. Çünkü bazı zanlar günahtır. Adurrahman-ı Câmî k.s., “Sevgiliye hizmet etmekten daha faydalı bir şey yoktur!” buyurmuştur.
İbadet Zevki
Ey kardeş! “Rabıtadan bana önemsenmeyecek miktarda bir zevk hasıl olur.” diye yazmışsınız.
Ey kardeş! Nasıl önemsiz olur? Büyük zatlardan olan azıcık bir şey, çoktur. Yine onlardan gelen düşük bir şey çok değerli; aslında büyüktür. “Mevâhib-i Ledünniyye” şerhinde denilmiştir ki:
“Muhabbet, sevenin sevilen için yaptığı çok şeyi az, sevilenden gelen azıcık bir nimetin bile çok olduğunu bilmektir. Bununla beraber, rabıtanın size tesir etmemesinin sebebi, şartlarının yerine getirilmemesidir. O şartların bazıları şunlardır:
Ne olursa olsun, Allah’tan başka hiçbir şeye kalben iltifat etmemeniz, mümkünse virdleri ayrı ayrı vakitlerde, yani sabah, duha (kuşluk), öğle ile ikindi namazından sonra çekmeniz, mümkün olmazsa sabah namazından ve yatmadan önce yapmanız, akşam ve yatsı namazlarından sonra rabıta niyetiyle gözünüzü kapatmanız, sâdâtın da böyle yaptıklarını düşünerek, ‘şeklen de olsa onların âdetlerine uymaktayız’ diye tefekkür etmeniz lazımdır. (Burada anlatılan vird ve rabıta usulü o zamanki uygulamaya işaret eder. Mürşid-i kâmiller adap üzerinde gerekli gördükleri değişiklikleri yaparlar, bu konuda ehliyet sahibidirler. Nitekim her bir dergâh’ın farklı vird ve rabıta usulü vardır. Dinin özüne ve hükümlerine uygunluk sorunu olmadıkça bu da son derece tabiidir. -Semerkand)
Selam, Mustafa’nın (sallallahü aleyhi ve sellem) yoluna tâbi olanların üzerine olsun! En üstün salât, selam ve sena O’na olsun!
Konuşan Kim?
Halkın, Şeyh-i Azam’ın (Şeyh Fethullah k.s. Hazretleri kast ediliyor) sohbet odasında toplanmalarına sevin! Ey aziz! Bilmelisin ki, ortada olan sen değilsin, senin yalnız görüntün ve gürültün vardır. Nitekim Şeyh Bahauddin Nakşibend k.s.: “Vız vız senden, bal ise Kahp köyünden geliyor.” buyurmuştur. Kendi nefsini sohbetinde bulunanların hepsinden aşağı bil!
(Burada Muhammed Bahauddin Nakşibend kuddise sirruh Hazretleri’nin sözlerinde şu kıssaya işaret vardır:
Vaktiyle birisinin iki kovan bal arısı vardı. Müks nahiyesine bağlı Ermeniler Kâhp adlı köyden bal çalar getirir, evine gelen herkese bal yedirirdi. Bu hileyi öğrenen Şeyh Bahauddin bal arısına: “Vızıltı senden bal Kâhp köyündendir.” sözlerini söylemiştir.
Hazret de bunu bir uyarı olarak halifesi olan Şeyh Alâuddîn’e yazmışlardır. Yani senin yaptığın sohbetten dolayı müritlerde hasıl olan cezbe ve huzur ancak sâdât-ı kiramın himmetiyle Allah Tealâ’dandır. Sen ortada yoksun, sohbetin ise, lisanının hareketinden başka bir şey değildir, demektedir. -Semerkand)
Sohbet ile Vaazın Farkı
Ey kardeş! Sâdât-ı kiram, sohbet ile vaaz arasında fark olduğunu söylemişlerdir. Şöyle ki: Sohbet, hiçbir şey düşünmeden kalbe, dile gelen sözlerdir. Belki o, kalbin galeyana gelmesinden, coşmasındandır. Bütün konuşması ya Allah’tan duyduğu korku veya O’na iştiyakı ve hasretinden olur. Bu durumda olan sohbetçi, çok defa karşısında cemaatin olduğunu da unutur.
Vaaz ise sohbetin zıddıdır. Bu durumda sohbetçi, yanında bulunan kimseleri ve durumlarını düşünerek konuşur. Bu çeşit konuşmada konuşmacı kendi arzusuna göre konuşmayıp, cemaatin hayrını düşünmelidir. Yoksa kendi nefsini tatmin peşinde olup, manen zarara düşmesinden korkulur.
Nitekim, birisi mürşidine cemaate sohbet etmek istediğini söyler. Mürşidi sebebini sorunca:
– İstiyorum ki bir tek ben kalıncaya kadar bütün insanlar cehennem ateşinden kurtulsun, der. Mürşidi:
– Bu durum sohbet makamıdır, deyip onu minbere çıkarttı, kendisi de konuşmayı dinlemek için minberin dibine oturdu.
Adamın konuştuğu sırada bir dilenci geldi, “Allah için bana bir şey verin.” dedi. Konuşmacı hemen minberden inip dilenciye cübbesini verdi ve tekrar minbere çıkıp konuşmasına devam etti. Mürşidi:
– Ey yalancı, in aşağıya, diye seslendi.
Adam aşağı inip mürşidinin elini öperek:
– Ne yalan söyledim ki, diye sordu. Mürşidi dedi ki:
– Sen bana halkın menfaatini düşünerek konuşmak istiyorum, dedin. Eğer halkı düşünüyor olsaydın, herkesten önce davranıp cübbeni dilenciye vermezdin. Önce halkı teşvik ederek sevaba girmelerini ister, belki ondan sonra dilenciye bir şey verilmesinden ümidini kesince cübbeni dilenciye verirdin.
Yani vaaz ve sohbet eden kimse, kendi menfaatinden önce halkın menfaatini gözetmelidir.
(Feyyaz Karabel tarafından tercüme edilip Menzil Kitabevi’nce yayınlanan Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin adlı eserin 1982 tarihli baskısından yeniden düzenlenerek yararlanılmıştır.)